Celâleddin Çelik
Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne, şehir estetiğinde kıymetli yeri olan asırlık bir değer.
Şehrin merkezinde, sembolik bir kıymeti olan bu yapı, aynı zamanda denize bakan cephesiyle boğaz siluetine katılan bir kütle. Bu yapının iç mekânlarını çalışmak, dönemin güzellik anlayışını ve üslûbunu yansıtmakla beraber yeni fonksiyonların sağlıklı biçimde işler hale getirilmesi açısından hem heyecan verici, hem de titiz çalışmayı ve yoğun emeği gerektiren önemli bir proje.
Projenin bir başka zorlayıcı unsuru ise süre kısıtlaması oldu. Belirlenen süreler içinde projenin yetiştirilmesi için profesyonel ekipler senkronize olarak çalışmaya başladı. Ofisin benzer projelere dair tecrübesi süreci hızlandırmakta yardımcı oldu.
Dekorasyonda genel yaklaşım, özgün havayı tekrar yakalamaya çalışmak, modern ekleri mekanların atmosferini ve hissiyatını bozmadan yapıya dahil etmeye çalışmak yönünde oldu.
Yapının eski fotoğrafları, projenin temel referansı olarak kullanıldı. Bu kıymetli fotoğraflarda özgün dekorasyon neredeyse bütün detaylarıyla görülebiliyor. Bu dekorasyonun bugünkü fonksiyonla uyumlu olan unsurlarını ilke olarak tekrar etmek, o atmosferi tekrar elde etme yolunda ana yaklaşımın omurgasını oluşturdu.
Rektörlük, Ali Ertuğrul Salonları’nda dönemin klasik kristal avizeleri kullanılmış. Eski fotoğraflarda bu karakteristik özgün avizeler görülmekte. Rektörlük orta holünde bu avizeler görülemiyor ama dönem gereği ve hacmin büyüklüğü dikkate alındığında bu holde de galeri boşluğunu dolduran avizeler olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu kristal avizeleri fotoğraftan tespit edildiği biçimi ve otantik üretim yöntemiyle yeniden üretip mekâna karakterini veren aydınlatma elemanı olarak kullandık. Bu elemanların üzerindeki ampul sayısı ve gücünü profesyonel aydınlatma hesapları ile ölçüp, gerekli aydınlık değerini sağlamadığı noktalarda mekânı taciz etmeyen ikincil armatürlerle destekledik.
Aydınlatmada temel yaklaşımız, gizli aydınlatmalar, yüzey yalayan spotlar gibi dekoratif modern yaklaşımlardan uzak durarak mekânın asli karakterini korumaya çalışmak oldu. Mekânı dekorlaştırmak yerine hakikî, yaşayan bir devamlılığın canlı örneği olarak kullanabilmeyi hedefledik. Otantik teknikle üretilen kristal avizelerin, mekânın büyüklüğü ve ışık ihtiyacına göre kol sayısı, kaç katlı olacağı ve çapı belirlendi. Eski fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla avizeler “sepus” denilen [overlaid] teknikle imal edilmiş. Bu teknikte camların üzeri iki veya üç kat farklı boyalar ile kaplanıyor, daha sonra kesme yöntemi ile oluşan renk farklılıkları desenleri oluşturuyor.
Projede geleneksel Osmanlı – Türk desenli özgün kumaşlar tercih edildi. Desenler yorucu olmayan, yakınlaştıkça detayı ortaya çıkan kontrastı az renklerden ve kendinden desenli modellerden seçildi. Dönemin klasik renklerini esas alan doygun ve pastel sarılar, bordo, tarçın, lacivert, ördek başı yeşil, kiremit rengi gibi tonlardan oluşan bir renk paleti tercih edildi. Her mekânın içinde yan yana geldiğinde birbirini tamamlayan, sıkıcı olmayan hareketli kombinler oluşturuldu.